Eylül 2003'te kaybettiğimiz Edward Said, uzun yıllardır İsrail'e karşı savaş veren Filistin halkının içinden çıkıp, kalemi, sözü ve politik duruşuyla halkıyla birlikte hareket etmiş bir isim oldu. Said, aydın vasfını taşımanın gerektiği şekilde hareket ederek her şeyden önce kendini Filistin halkının mücadelesini dış dünyaya duyurmakla yükümlü hissetmişti. Başta Şaron, ABD yönetimi ve Arafat olmak üzere pek çok kişiye yönelik eleştirilerinden dolayı baskı gören, kitapları yasaklanan ve tehdit edilen Said, sözün bittiği yerde İsrail askerlerine taş atmaktan da geri kalmadı.


1935 yılında Kudüs'te dünyaya gelen Edward Said, 14 Mayıs 1948 yılında İsrail'in kuruluşunun ardından ailesiyle birlikte Mısır'a yerleşti. Filistinli Hristiyan olan Said burada İngilizce dışında başka bir dilin konuşulmasının yasak olduğu okullara gönderildi. Aldığı Anglosakson eğitim sırasında yaşadıkları yazarın kaleminden yıllar sonra şöyle anlatıldı:


"Bizi Onlar'dan ayıran dilsel, kültürel, ırksal ve etnik çizgi idi. Benim Anglikan kilisesine bağlı olarak doğmuş, orada vaftiz edilmiş ve kilisenin bir üyesi olmuş olmam işimi kolaylaştırmıyordu."


Babası tarafından 1951 yılında ABD'ye eğitim için gönderilen Edward Said için yeni bir kıtada yeni bir sayfa açılırken, Ortadoğu, yaşanan kanlı olaylarla dünya gündemine taşınıyordu.


İsrail bu dönemde Mısır, Suriye, Lübnan ve Ürdün tarafından kabul edilen barış planını reddetti ve toprak işgallerini sürdürerek Gazze'ye saldırdı.


Mısır Devlet Başkanı Nasır'ın 1956 Süveyş Kanalı'nı millileştirmesi üzerine ise İsrail, Fransa ve İngiltere Mısır'a savaş açtı.


Bu arada ABD'de Princeton ve Harvard üniversite eğitimini tamamlayan Edward Said Mısır'dan ayrılarak Lübnan'a yerleşen ailesine yaptığı ziyaretlerde edebiyat, müzik ve felsefe eğitimi aldı.


1963 yılında New York'ta Columbia Üniversitesi'nde ders vermeye başlayan yazar, Ortadoğu'daki tüm gelişmelere rağmen 1967'ye kadar hiçbir politik eylem içerisinde yer almadı.


1965 yılında ABD'nin Vietnam Savaşı ile üniversitelerde ortaya çıkan savaş karşıtı hareketlerden etkilenen aydın 1967 yılındaki "Altı Gün Savaşı" olarak anılan Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra Filistin ulusal hareketine katıldı.


Filistin halkının mücadelesiyle tanışan Said, uzaklaştırıldığı kültürünü yeninden keşfetmenin yollarını aradı ve 1972 yılında sabbatical hakkını kullanarak Beyrut'ta misafir araştırmacı olarak Arap edebiyatı konusunda çalıştı.


'Aydın kişi siyaseten bir şey söylemesi zorunlu insandır'

Beyrut'ta kaldığı süre zarfında Filistin davasını daha yakından tanıma fırsatı bulan Said'e göre artık aydın kişi; sorumluluk ve tavır alması gereken, siyaseten bir şey söylemesi zorunlu olan insandır. Said bu düşünceden hareketle Filistin halkının mücadelesinin aktif rol almaya başladı ve 70'lerin sonlarında Enver Sedat ve Yaser Arafat tarafından barış görüşmelerine Filistin temsilcisi olarak atandı. Artık o bir yazar bir aydın olmanın yanı sıra sürgündeki Filistin Parlamentosu'nun da bir üyesidir.


Doğu-batı karşılaştırması

Said Filistin mücadelesinde aktif rol almasıyla birlikte Arap kökenli ABD'li olarak her iki kültürün birlikteliği ve karşıtlığı üzerine düşünmeye ve yazmaya başladı. 1978 yılında yayınlanan "Oryantalizm" (Şarkiyatçılık) üzerinde çok konuşulan ve tartışılan bir kitap oldu. Said'e göre, batının doğu fikri her zaman batıyı yücelten ve batının üstünlüğünü yineleyen bir söylemdir. Bu söylem değişen çağlar ve metinler boyunca devam eden, hem düşünsel hem de eylemsel düzeyde ortaya çıkan egemen bir konuma yaslanmaktadır. Batı'nın doğu ile her karşılaşmasında bu iktidar ilişkisi, yani Oryantalizm söylemi kendini yeniden üretir. Bu nedenle Said'in anlayışına göre batıda doğuyu yansıtan ve temsil eden her düşünce aslında yanlıştır ve doğru olma imkânı da yoktur.


Arafat ile yollar ayrıldı

"Entelektüelin işlevinin başkaları adına hüküm vermek değil, onların kendi hükümlerini vermelerine katkıda bulunmak" olduğunu belirten Said, eleştiriyi her zaman ön planda tuttu ve gelişime en fazla katkı sunan unsur olarak gördü. Edward Said düşünsel anlamdaki bu önermesi pratik yaşamda da FKÖ Lideri Yaser Arafat'la da yollarının ayrılması biçiminde yansımasını buldu.


1980'lerin sonunda FKÖ lideri Yaser Arafat'la görüş ayrılığına düşerek barış görüşmelerinde görev almadı ve barış karşıtı olmakla suçlandı.


Said İsrail ile Filistin arasında 1993'te imzalan Oslo Barış Anlaşması'nın ardından Filistin lideri Yaser Arafat'ı sert bir dille eleştirdi. Filistin yönetimini İsrail işgalciliğiyle işbirliği yapmakla suçladı. 1991'de Madrid'deki konferanstan sonra ona FKÖ çalışanlarını ve Avrupa'daki bağımsız entelektüelleri bir araya getirmesi ve onları 1992 ve 1993'teki gizli Oslo toplantılarından önce su, mülteciler, nüfus ve sınırlar gibi konular üzerine müzakere dosyaları hazırlayacak takımlara dönüştürmesi söylenmişti. Ancak hazırlanan dosyaların hiçbirinin kullanılmaması ve hiçbir Filistinli uzmanın sürece dahil edilmemesi nedeniyle anlaşmayı "barış yolunda atılan bir adım" olarak görmedi.


'Yol Haritası Filistin'e son vermektir'

Aynı şekilde 2003 yılında ABD, Rusya, BM ve AB'nin öncülüğünde hazırlanan Yol Haritası'nın da Oslo Anlaşması gibi Said için barış adına bir geçerliliği yoktu. İsrail'in Batı Şeria'da inşa ettiği "Ayrım duvarı"na Yol Haritası'nda yer verilmemesini kınayan yazara göre, plan savaşa değil, bir sorun olarak Filistin'e son vermeye yönelikti.


Taş generallerle omuz omuza

Muhalif kişiliği ve Filistin halkının mücadelesine olan inancı nedeniyle sürekli tehditler alan yazarın ofisi bir bombacı tarafından ziyaret edilmişti ve bir çok defa ondan nefret eden Amerikalı Yahudiler tarafından, işgal altındaki halkını çok etkili ve güçlü bir biçimde savunduğu için hedef haline getirildi.


Tüm bu tehditlere rağmen Edward Said, Güney Lübnan İsrail işgalinden kurtulduğu gün yine Filistin halkının özgürleşmesi için ayaktaydı.


İşgalcileri taşlayan gençlerle birlikte taş atarken, bir haber ajansı muhabirinin deklanşörü örnek manzarayı ebedileştirdi. Sonraları kendisiyle konuşan gazetecilere "Evet, o bendim" diyor ve ekliyordu: "Taş atarken çok hoş duygular yaşadığımı inkâr edemem. Galiba bir tanesini de isabet ettirdim."


'Hem bir ikon hem de bir put kırandı'

30 yılı aşkın mücadele yaşamı boyunca Filistin halkının özgürlüğüne olan inancından ödün vermeyen Said 25 Eylül 2003'te New York'taki bir hastanede yakalandığı lösemi hastalığına yenik düşerken, çok yakın bir arkadaşı ertesi gün yayınlanan makalesinde onun hayatla olan kavgasını şöyle anlatmıştı:


"O kusursuz bir insan değildi. Kibirli, eleştiride acımasız, yinelemeli ve parlama noktasında öfkeli olabilirdi. Ancak öfkeli olmak için çok nedeni vardı. Bir gün öğleden sonra, Beyrut'taki kız kardeşi Jean'ın evinde onu görmeye gittim ve bir sofanın üzerinde yarı uzanmış yatıyordu.


'Lösemi tedavisinden dolayı biraz yorgunum' dedi. 'İlerlemeye devam edeceğim. Durmayacağım.' Edward nadir bulunan bir kuştu. O hem bir ikon hem de bir put kırandı." (*)


*Robert Fisk (26 Eylül 2003, The Independent)
** 24 Eylül 2005 tarihinde Ayten Şenol ile birlikte hazırladığımız bu yazı Dicle Haber Ajansında yayınlandı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rojda Kürt kadınını müzikle anlatıyor*

Samî Tan: Kurdî li kuçe û kolanan sêwî maye*

'Türkiye IŞİD diyor ama esas olarak PYD'yi YPG'yi istiyor'