Bülent Küçük: Kimi cemaatler boşluğu doldurmak istiyor


Yrd. Doç. Bülent Küçük

15 Temmuz Darbe Girişimi ve sonrasında yaşananlar Türkiye'nin yeniden bir dizayn sürecine girdiğini gösteriyor. Devlet AKP eliyle yeniden 'inşa ediliyor'. AKP süreci nasıl yönetiyor? Bu süreçte muhalefet partilerinin rolü ne olacak? Sürece nasıl yaklaşıyorlar? Kürtler ve Kürt Hareketi sürecin neresinde? Uluslalarası aktörler bu yeni dizaynını nasıl okuyor? gibi temel soruları Profesor Neşe Ozgen, Yardımcı Doçent Bülent Küçük ve Yardımcı Doçent Engin Sustam ile konuştuk. Üç ayrı bölüm halinde yayınlanacak olan röportajların ilkini dün yayınlandık. Bugün de ikinci bölümde Boğaziçi Üniversitesi'nden Yardımcı Doçent Bülent Küçük'ün yanıtlarını yayınlıyoruz. Ayrıca röportajın Kürtçesi Sputniknews Kürtçe servisinde yayınlandı.

15 Temmuz Darbe Girişiminin üzerinden yaklaşık olarak bir aylık bir süre geçti. Bugün dönüp bir aylık süre zarfında yaşananları değerlendirdiğimizde neler söyleyebilirsiniz? Nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?

Türkiye de darbeler tarihi bakımından 15 temmuz “hyper-real” darbe girişimi sıra dışı bir yere sahip. Türkiye tarihinde ilk kez insanlar bir darbe girişiminde evden sokağa fırlayarak ve kendine ait olduğunu düşündüğü tanklara karşı direnerek darbenin başarısız olmasında önemli bir rol oynadı. Toplumun bütün kesimleri açısından bir felaket olacağına kuşku duymadığım bir darbe girişimin bu şekilde engellenmiş olmasını toplumsal barış ive çürüyen bürokratik devletin demokratik yeniden yapılanmasına bir imkan sunması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.

Ordu içinde hangi başkaca grupların bu işe kalkıştıkları ve bu darbenin arkasında ne tür global güçlerin olduğu konusunda bir kafa karışıklığı ve ciddi bir manipülasyon olsa da, Gülen hareketinin bu işin merkezinde olduğu kamuoyunda kabul gören temel görüş. Türkiye’de siyasal İslam çalışmış olan konunun uzmanları tanığı olduğumuz son darbe girişiminin dinamiklerini 1970’lere giden iki farklı İslami tahayyülün siyasi çekişmesinin bir son merhalesi olarak görmeyi önermektedirler. Malum, zaman zaman dayanışmayı ve ittifak yapma süreçlerini de kapsayan Gülen-Erdoğan çekişmesi tabanda geçişkenlikler olsa da iki farklı karizmatik liderlik etrafında kenetlenmiş olan, iki farklı toplumsal ve siyasal proje ve bu projeleri gerçekleştirmek için farklı metodolojiler takip eden kabaca temel iki farklı siyasal İslam geleneğinden beslendiğini hatırlatalım.

Darbe Girişimi sonrasında AKP hükümetinin sistemi yeniden dizayn ettiği görülüyor. Devlet kurumlarında, askeri kurumlarda ve diğer birçok alanda dizaynın izleri görülüyor. Bu tür değişimler günlük yaşamda nasıl hissediliyor ve hissedilecek? Bir de hükümet nasıl bir dizayn öngörüyor?

Bu çatışmanın bir tarafında hem ulusal hem de global ölçekte örgütlenmiş Gülen Hareketi var. Darbe girişimi, Gülen hareketi hakkında son 3 yıldır dillendirilen ve çoğumuza fantastik gelen anlatılarının sırf bir hikayeden ibaret olmadığını gösterdi. Bir kaba sığmayan, üzerine derinlikli araştırmalar yapmanın güç olduğu hiyerarşik bir ağ örgütlenmesine dayanan, bu akışkan ve fantasmatik yapının, hem yumuşak-sivil hem de sert-askeri iktidar biriktirmiş olduğu bilgisi darbe ve sonrası süreçte bize gösterildi , bu darbe ile başlayan yeni süreçte bu yapı somut bir bedene kavuştu, gerçeklikte bir karşılığının olduğu gördük. İnsanın tarif etmekte zorlandığı fevkalade müphem ilişki ağının sadece toplumsal alanda iş gören eğitim kurumlarından, sendikalardan, vakıflardan, medya kuruluşlarından ve işveren örgütlerinden ibaret olmadığı, bunun ötesinde bürokratik devlet hiyerarşisinin her kademesinde çoğalmış ve askeri bir opersayonel güce de sahip bir yapıya erişmiş olduğuna tanık oluyoruz.

Bu çatışmanın diğer tarafında devleti toplumsal tabandan başlayarak yukarıya doğru dönüştürmekten çok, yukardan aşığa, siyasal iktidar eli ve güdümüyle tabanı örgütleyen, var olan Islami ağları/cemaatleri bünyesine katarak büyüyen ve bu suretle yeni bir millet yaratmayı amaçlayan, sonradan ayrışsa da Milli Görüş menşeili AKP’yi görüyoruz. Bu yeni kamusal alan yapılandırması sürecinde yeni bir millet yaratmayı siyasal davası bellemiş bu siyasal hareketin, özellikle küçük ve orta ölçekli girişimcileri, hizmet sektöründe çalışan geniş yoksul kesimleri, kamuda çalışan (sözleşmeli) işçileri ve memurları, görece daha taşralı alt sınıflardan bir kısım ülkücüleri ve muhtelif İslamcı cemaatleri (Menzilciler, Süleymancılar, İsmail Ağa cemaati gibi) sağ-popülist karizmatik bir lider figürü etrafında kenetlediğine, milli iradenin liderde bedenleşmesine tanık olmuştuk. “One minute” anlatısının devamı olan, ama ondan mahiyeti bakımından farklılaşan yeni popüler bir anlatının Erdoğan şahsında şekillendiğini görmüştük. Bugün bu popüler anlatının yerini, dış siyasetin iflası ile hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da kısmen sönümlenmesi sonrasında, işgalci darbecilere karşı bir “istiklal ve istikbal” savaşı veren, “muzaffer” bir başkomutan ve ikinci kurucu lider imgesine bıraktığını görüyoruz. AKP’nin devletin ideolojik ve şiddet aparatlarını tekeline alamadığı, devlet kurumlarının paralize olup işlemediği, paralel toplumların ve kamusallıkların birbirine değmeden yan yana durdukları bölünmüş bir toplum karşısında, bunun yerine konan aşırı görünür bir lider ve onunla özdeşleme üzerinden duyulan özgüven söylemi var.

Sözünü ettiğimiz ‘yeni dizaynda’ CHP ve MHP nasıl bir rol oynuyor? Bu durum karşısındaki pozisyonları nedir? Yine Kürtlerin ve Kürt hareketinin tavrı ne olacak bu durum karşısında?

Demokrasi nöbetlerinden edindiğimiz izlenim Türkiye’de sağ milliyetçi muhafazakar kimlik, darbeye direnerek -bürokratik devletin bütün şiddet ve ideolojik aygıtlarını henüz tam tekeline alamamış ve yeni rejimin hukuki altyapısını tam teşekküllü olarak oluşturamamış olsa da- kendi siyasal iktidarını tahkim etmiş gibi görünüyor. Malum, Cumhuriyet tarihi boyunca sosyolojik olarak çoğunlukta olan bu kimlik kendini siyasette temsil edemez konuma itilmişti. AKP iktidarıyla“doğal” olarak kendisine ait olması gereken bu siyasi ve idari alanı tekeline almaya başladığını buna da demokratikleşme süreci dediğini görüyoruz. Bundan böyle asıl mesele bu egemen muhafazakar-milliyetçi kimliğin, azınlıkta kalan kimliklerle iktidarı, simgesel ve maddi kaynakları nasıl paylaşacağı ve bunu mümkün kılacak hukukun nasıl tesis edileceği meselesi gibi görünmektedir. Darbe girişimi sonrasında oluşan görece ılımlı söylemsel hava, siyasi liderlerinin bir araya gelişi, yeni bir milli mutabakat rejimin inşasına işaret ediyor gibi görünüyor. Bu rejim bu kaynakları paylaşmaktan ve herkesin hakkını tanımaktan çok, kendini merkeze koyduğu yeni bir milli rejim inşasına yönelmekte olduğuna, mağduriyetleri gidermekten çok yapısal olarak zaten dışlanmış olanlara yeni kimlikler mi eklenecek. Hükümetin şimdi cemaatten boşaltılan yerlere kendisi dışında hangi cemaatleri yerleştireceği ve bürokrasi içinde konumlanmış olan hangi başkaca elementlerle ittifaklara gireceğini şimdilik kestiremiyoruz. Sosyal medyaya yansıdığı kadarıyla söz konusu pozisyonlar ile ilgili Süleymancılar, Menzilciler, İsmail Ağa gibi cemaatler arasında sert mücadelenin hali hazırda başlamış olduğunu işaret ediyor.

Darbe girişimi ile liberal devletin elitlerin demokratikleşmesi ile sınırlı demokrasi ve “meritocracy” (liyakat) anlayışı ve bütün cemaatlere eşit mesafede durduğu iddia edilen nötral –seküler devlet tahayyülüne AKP nezdinde yeniden bir yöneliş mi var? Söz konusu modernist-bürokratik kamusallığı dönüştüreceği vaadi ile iktidara gelen İslami kimliğin kendisi mi bu süreçte İslami kimliğinden sıyrılarak millileşip dünyevileşti? Bu yeni dönemde hangi ilke ve prensipler üzerinden yeni bir mutabakat rejimi inşa edilecek? Bu yeni mutabakat rejimde Kürtler, Aleviler ve Sekülerler gibi azınlıkta olanların hukuku nasıl düzenlenecek? Hem emeğine hem de diline el konulmuş toplumsal kesimler ne ölçekte tanınacak? Devlet ve sivil toplum/dini cemaatler ilişkisi nasıl düzenlenecek? Kamu kaynakları ve pozisyonları hangi kıstaslara göre dağıtılacak. Görünen o ki darbe sonrası dönemde de bu 100 yıllık soru(n)ları sorarak ömrümüz geçirecez, çözemedikçe toplumsal ve kurumsal hayatımız çürüyüp gidecek.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

'Türkiye IŞİD diyor ama esas olarak PYD'yi YPG'yi istiyor'

Kürtçe Yayıncılığın Tarihçesi