Engin Sustam: Türkiye otoriter, İslami kapitalist bir cemaatçi şirketleşme olarak yeniden kurulcak

Yrd. Doçent Engin Sustam

15 Temmuz Darbe Girişimi ve sonrasında yaşananlar Türkiye'nin yeniden bir dizayn sürecine girdiğini gösteriyor. Devlet AKP eliyle yeniden 'inşa ediliyor'. AKP süreci nasıl yönetiyor? Bu süreçte muhalefet partilerinin rolü ne olacak? Sürece nasıl yaklaşıyorlar? Kürtler ve Kürt Hareketi sürecin neresinde? Uluslalarası aktörler bu yeni dizaynını nasıl okuyor? gibi temel soruları Profesor Neşe Ozgen, Yardımcı Doçent Bülent Küçük ve Yardımcı Doçent Engin Sustam ile konuştuk. Üç ayrı bölüm halinde yayınlanacak olan röportajların ilkinde Profesor Neşe Ozgen, ikincisinde Yardımcı Doçend Bülent Küçük'ün yanıtları yer aldı. Son röportaj ise Yardımcı Doçent Engin Sustam ile . Ayrıca röportajın Kürtçesi ise Sputniknews Kürtçe servisinde yayınlandı. 


15 Temmuz Darbe Girişimi ve sonrasında yaşananlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin yapısal anlamda değişiklikler yaşadığı yorumlarına yol açıyor. AKP hükümeti, siyaseti ve bir açıdan da günlük yaşamı dizayn ediyor. AKP hükümeti nasıl bir dizayn öngörüyor?

Şimdi aslında sorunun cevabı son zamanlarda darbeye karşı gelişen sokaktaki gösteriler ve sonunda üç milli batı cephe partisinin, HDP şahsında Kürtleri, Alevileri ve muhalif solu dışarıda tutmasıyla, ortaya koydukları milli birlik söylemi ve pazar günü olan miting... AKP bu darbenin kendisini zannımca birkaç yeni element üzerinden okumak istiyor; bir iktidar partisi olarak Gezi direnişi, 17 Aralık ve Kürdistan’da ki savaş sonucunda zayıflayan, dış cephede  Suriye savaşı ve Kürt gerillalarının Rojava hattında cihatçıları yenilgiye uğratması sonucunda ortaya çıkan stratejik yenilgisini bertaraf etmek, fiyaskoya uğrayan egemenlik hissiyatını ve gücünü yeniden tazelemek  istiyor. Ve bunu devletin en kırılgan olduğu bir dönemde tek başına yapamayacağını iyi bildiği için, milli bir mutabakat üzerinden geliştirmek istiyor. Ama diğer yandan askeri ve başarısız amatör bu darbenin koşullarını sağlayan yine hükümetin 7 Haziranda kendi anayasal gücü ve hiyerarşisiyle yaptığı sivil anayasal darbe’nin kendisi Kürtlerin kararını hiçe sayması ve Kürdistan’da savaş kararı alıp barış sürecini bitirmesidir. Çünkü Türkiye Suriye savaşının en başından beri iktidar güçlerinin devletin ne menem bir şey olduğunu halkına, yurttaşına rağmen ilganın istenildiği gibi kullanılabileceiğini gösterdiği gibi, ülke o zamandan beridir, samimiyetsiz duran iç siyasal hattın cepheleşme ve çatışma ahlakıyla yönetildiği bir yer hale getirildi. Batı cephesinde değişen bir şey yok aslında. 

Devlet askeri açıdan başarısız bu darbeden önce de ülkenin önemli bir kısmını OHAL ve istisna rejimiyle yönetirken, batı alanında polis şiddeti meşru kılınmış, düşman ilan edilmş bütün muhalifleri ama özellikle linç ve cinsiyetçilik üzerinden Kürtleri, Alevileri ve kadınları hedef almaktaydı. Bu yeni siyasal kuvvet birliği, demek istediğim, darbeden önce zaten başka türlü bir çerçeve içinde vardı, işte hükümet beraber yola çıktığı Gülen cemaatiyle hegemonik bir çatışmaya girerek, devletin asıl organlarını yeniden dizayn etmekte ve başından beri başaramadığı bütün cemaatçi (onların tabiriyle paralel) kadrolara yönelik  bir terbiye ve ders verme üzerinden giden operasyonlar söz konusu. Devlet her zamanki bir şiddet aracı olarak, kurum olarak kendi rejim anlatılarını yani derisini yeniliyor. Dün Cizre katliamanı yapan “kahraman” generalin bu kadar hızlı şekilde “vatan haini” ilan edilmesi bir toplumsal patalojiye dair vahim sonuçlar vermekte. İki, sanki cemaatle birlkte bütün düzmece operasyonlar beraber yapılmamış gibi bir hafıza kaybı yaşatılmakta. Buna amnezik ve histerik bir toplumsal ruh hali demek belki gerekli keza bu hafıza kaybı ve bozukluğu belirli  hatırlamaları bir propaganda aracına çevirmemize yardım edebilmektedir ki bütün totaliter rejim anlatıları bu hegemonya ve hafıza arasındaki çatışkılarla örülür. Vesselam bir yandan beraber yürümüş yol arkadaşlarının birbirine çelme taktıklarını görmekteyiz, diğer yandan devlet ilgasının başarısız bir tiyatro piyesi niteliğindeki bu askeri darbeye karşı, başka türlü sivil darbeci çıkışları desteklediğini daha ilk günden görmekteyiz. 

Akademisyenlere tehdit, üniversitelere ayar, hastaneleri kapatmak, belediyelere ve şirketlere kayyum bütün bunlar zaten şirket gibi yönetilen bir ülkede içerinin  üretim hatalarını, defolarını gösteren bu darbeyi mümkün kıldı sanırım. Türkiye o hale getirildi ki  bir şirketin içindeki  hisse paylaşımlarından birbirine giren yönetim kadrosunun diğer yönetim kadrosuna yönelik ihtiras ve çıkar çatışmalarına benzemektedir de. İslami sermayeye yedekli yaşamayan İslami bir ruh ve selefist ihyada bulunan AKP cenahı, tam da Gülencilerle bu çatışmanın içine yerleşmiş durumdalar. Ama unutmayalım ki Kemalistler ve pro-faşist dinamik burada AKP ile ortaklaşmış hatta AKP cenahını kendi güçlerinin etrafına yerleştirmiş durumdalar da. İşte yeni Türkiye dizayn edilecek (başarılı olur mu bilemem bunu  solcu liberal camiaya sormak lazım) bir şekide otoriter, İslami kapitalist bir cemaatçi şirketleşme olarak yeniden kurulcak. Her şey tek kişinin arzusu etrafında örgütlenirken Kemalistler ve Atatürkçüler bundan pek te rahatsız olmuş görünmüyorlar. Nihayetinde bu ülkede sivil kitle mitinglerine bir generalin çıkıp konuşması normal, Kenan Evren de darbe sonrası bunu tek başına yaptı. Bu sefer hükümet bir generali kitle karşısında konuşturuyor. Bu dünyaya verilen cevabın, yapılan ideolojk aygıtlar arasındaki konsensüsün bildirgesi gibi. Bu anlamıyla neye benzeteceğimizi bilmediğimiz bu darbe bir yandan da kendi erkek ağabeylerine benzemektedir.

Ayrıca sokaktaki cihatçı ve ırkçı kitle psikolojisini bir kenara bırak hükümetin bu başarısız darbeyi kendi lehine çevirmeye çalıştığını, yine darbe kavramıyla beraber bir mağduriyet kibrine yöneldiğini ise geç fark etmedik. Bu ise bana 2002 AKP’sini hatta o zamnın “yetmez ama evet” diyen camaiasını hatırlatmadı değil. Vesselam herkes darbeye karşı, hele Kürtler ve sol bu konuda sorulmaması gereken iki kesim sanırım. Ama asıl mesele bu histerik ortamda amnezi bir akıl yarılması yaşayan toplumun isteklerinin vehameti, asıl korkulması gereken durum. İşte AKP sanırım tam da bu minvalde sokakta yürüyen cihatçı camiaya hem sağol diyor hem de diğer yandan CHP ve MHP’yi çağırarak milli bir mutabakat eylemine geçiş yaparak, Ergenekon ve derin devletle paylaştığı (ve belki de esiri olduğu diyeceğim) polis devlet gücüne güç katmaya ekonomik krize yönelen Türkiye’nin iç finans kaynaklarını dengelemeye çalışıyor. Keza ulusaşırı burjuvazi de bu durumdan haddinden fazla rahatsız. Bu rahatsızlığın Türkiye’ye bir dizayn olarak dönebildiğini eklemek de gerek. Komploculuğun haleti ruhiyesine girmeden diyebilirim ki müthiş bir Kurtlar Vadisi: Savaş ve Darbe filmi yapmanın tam zamanı.

-    -CHP ve MHP'nin bu dizayn sürecinde pozisyonu nasıl olur? Nerede duruyor bu her iki parti?

Aslında yukarda belirlemeye çalıştım; milli mutabakat hareketi kuruluyor bu dönemde krizden çıkabilmek için. Bu mutabakat devletin krizini yani ilk kez devletin aygıt olarak krizi olarak ortaya çıkıyor. CHP sözde akıllı olduğunu sanıyor ve tek derdi Mustaka Kemal imajının görülmesi, cumhuryet ilkelerine bağlılık olarak ele alıyor. Bu dar siyaset kuruculuğu ve kuruluğu ne yazık ki komploculukla ilerliyor. Ve herkes sanki darbeyi sadece Gülenciler yapmış gibi bir hafıza silinmesine girişmiş durumda. Oysa aslında bu darbe bir çok bloğun hep beraber yapmak istediği, sonunda herkesin yalanlarla diğerini suçladığı klasik bir devlet baba muharebesine dönüşmüş durumda. Darbenin bu kadar safi olmadığını ise hemen erken konuşmadan ve komploculuğu seven bir yer olarak bunun tuzağına girmeden demek gerekirse yakında dahada çıplaklaşacak her şey. Hatta belki de bu dediklerimizin tersi ortaya çıkacak. 

Bir kere sadece AKP ülkeyi dizayn etmiyor. Bir milli mutabakatın sağlanması meselesi ulusaşırı güçlerin, şirketlerin de işine geliyor. Türkiye, Suriye değil açıkçası. Patlamaya hazır pim olarak, iç savaşa yönelirse bütün batı ve Avrupa alanının bundan etkileneceğini aslında hepimiz göçmenlik üzerinden iyi bilmekteyiz. Ama benim anlamaya çalıştığım asıl nokta, nasıl bir ayar veriliyor ordu ve polis gücü üzerinden. Eğer bir çok kişinin dediği gibi bu bir senaryo ise (ben ihtimal vermiyorum ) sanırım biz asıl senaryoyu okuyamıyoruz. Türkiye’de yeni bir polis kontrol rejimi doğmuş durumda ve gözetleme, ayar verme üzerinden değil tamamıyla herkesin hayatının tehdit ve imha altında olacağı bir sistem, devlet nizamı olarak beliriyor. Sanırım C. Schmitt’e bol bol kızabileceğimiz bir dönemde pratik olarak herkesin Agamben’i yeniden o istisna halinin anayasal düzenle nasıl sağlandığını kemikleştirmeye başlayacağımız bir döeneme giriyoruz. 

Burada CHP ve MHP kendi kitlelerini tutması açısından sanırım denge siyasetinin içine yerleşiyorlar gibi. Ama özellikle seçimle beraber farkına vardık ki CHP kitlesi özellikle Aleviler, çok rahatsız bu durumdan. Bu br çatlamaya gidiyor gibi. Ama diğer yandan siz hiçbir Kürt ya da Alevi’yi veya Ermeniyi (gayri müslimi) bu eylemlerde muhalifler gibi bulamazsınız. Keza bu onların ruhuna seslenmeyen, ortaklığa dair olmayan bir havada geçmekte. Bu ise Osmanlı’dan beri gelen devletin dizaynının egemenlik pratiğinin Kürtlere, Alevilere ve Ermenilere yaşattığı patalojik haldir. Ülke diğerlerinin hiçe sayılmasıyla kurulduğu için yine demokrasi mitinglerinde CHP ve MHP ile temsili olarak devam ederken, diğerleri Türkiye’nin ötekileri yine dışarıda bırakılıyor.

-Kürtler, Kürt hareketi neresinde duruyor bu sürecin? Kürtler ve Kürt hareketi nasıl yaklaşıyor bu sürece? Sürecin sonunda neyle karşılaşabilir?

Kürtler ve Kürt hareketi sanırım tarihlerinin her döneminde her tülü OHAL ve darbeye maruz kaldığı için bunun nereye varacağını en iyi analiz eden, sakin davranan ama tedbiri elden bırakmayan konumdalar şuan. Kürt siyasi hareketi geçen yazdan beri barış sürecinin bitmesinden beri, zaten bir darbe kiliğinin içinde olduğunu söylemekteydi. Kürtler bir sistem eleştirisine giriştikleri için Rojava’da kırılgan da olsa devam eden “öz yönetim” tartışmalarını ortaya attılar. Yani  burada 2014’de Öcalan’ın dediklerini hatırlamak gerek. Orada Öcalan’ın sadece eğer barış süreci biterse darbe kliği devreye girer demediğini, bu sistemin bütün aygıtlarının bu sürece dahil edilerek bir yenilenmeye revizyona girmesi gerektiğini belirtmesi çok önemli duruyor. 

Burada Kürtler ve Kürt siyasal hareketnin sistem eleştisi olarak ne AKP otoritazimi ne de askeri darbe derken kurduğu ara dilin, daha geleceğe ve barışa ait olduğunu görüyoruz. Yani eğer otoriter bir kurumsal hafıza (burada sanırım Weber bürokrasi analizleri pek önem kazanabilir gibi) yapılar yenilenmese, uniter dil ve ırkçı zihin dünyaları değişmezse zaten barışın mümkün olamayacağını gereksiz bir ütopik barış tahayyülüne girmeye gerek olmadığını gösteren bir durumu Kürtlerin tarafından okuyabiliriz. Bütün tarih, savaş, darbe ve iktidar ihtirası üzerine krulu bir hafızadan onun kurumsal geleneğinden bahsediyoruz sonuçta. Elimizde müthiş veriler var, bu ülkede neden darbe olabileceğini, bunu hazırlayan koşulların zaten hep var olduğunu gösteren olgular bunlar. Kürt siyasal hareketi bunu iyi okuyor. Keza Ortadoğu ve savaş siyasetinin küresel boyutlarını bu birikmiş hafızayla beraber okuyor. Burada süreç aslında hiç bilmediğimiz bir yere de gidebilir tersi de olabilir. Keza başta dedim, öyle siyasal hatların olduğu ülkedeyiz ki dün kahraman olanlar hain olabiliyor, hain olanlar kahraman. PKK’yle devletin yarın yeniden barış sürecine dönüp dönmeyeceğini bilmiyoruz açıkçası ama zaten tecrid edilmiş bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu koşullarda barış olur mu? Ben açıkçası o kadar iyimser değilim. Keza karşımızda her şeyi ve herkesi tehdit eden bir yeni muhafazakar milliyetçi kafası, bulanık bir devlet kurumu, bürokrasisi ve sivil oy kitlesi var… 

Şunu belki eklemem gerek buraya, bir anti-militarist Kürt olarak: Türkiye sivil ve askeri darbe girişimiyle, teatral bir tezgahla şu an artık sağlam bir totaliter sisteme geçmiştir. Her türlü despotik güçlerin yeniden müdahalesiyle kendini imparator sanan hükmet güçleri (ki Negri ve Hardt açıkçası imparatorluk tespitleri konusundan haklıydılar) ise sivil elitleriyle, kadrosuyla, sokakta polis-ezan-ulusal damarla gücüne başka bir güç eklemistir. Devlet içindeki son taht kavgaları da bu 15 temmuz darbeciliğiyle çıplaklasmistir artık. Olan yine bu ülkenin sistem karşıtı bütün muhaliflerine olacaktır. Bunu ise kurunun yanında yaş yanar misali her yerde yapıla cemaat karşıtı gösterinin işten atmaların, barış yanlısı muhaliflere yönelmesiyle anlıyoruz. Ve askerlere işkence görüntüleri, gazetecilerin tutuklanması vs ise her şeye rağmen kabul edilecek şeyler değil.  Ondan dolayıdır ki darbe içinde darbe dinamikleri var. 

Darbeciler masum mu? Tabiki hayır. Her anlamda, her darbe faşist bir kalkışmadır devlet içinde, kitlelerin yaptığına ise darbe denmez zaten. Eğer bu darbe başarılı olsaydı sanırım bunun acısını en çok bilenler çekecekti. Diğer yandan idam tartışmalarının yeniden alevlenmesi, milli mutabakatın sürekli Kürt düşmanlığıyla başarıya ulaştığını gösteriyor ve böyle devlet etiği denilen bürokratik akıldan bile yoksun bir dönemde darbeciliğin aslında bu ülkede gelenek olduğunu görünür kılan diğer şey, HDP vekilerinin vekilliklerinin kaldırılması, Kürtlere karşı cephenin bu mitinglerde HDP’ye pek de sıcak bakmamasıydı. Bu ise, idam tartışmaları ve HDP’ye karşı cepheleşme durumları gibi bence Kürtlere mesajın verildiğini gösteriyor. 

Son kırk yıldır savaş siyasetini bilenler bunun ne olduğunu, ne demek olduğu iyi bilir, Mehmet Ağar gibi 90’ların hafızası geri çağrılıyor ve demokrasi mitinginde konuşturuluyorsa, Kürtler bunun ne olduğunu iyi bilmekteler, ki diğer yandan Kürt alanı 1990’ların serhildan ruhuna geri dönüyor. Diğer yandan işte ‘paralel yapı İmralı’yı da vuracaktı’ vs ise başka bir kafa karışıklığının yaratılmasıdır. Başka bir boyuttayiz yani darbe başarılı olsa da despotik bir rejim olacaktı. Darbe başarılı olmasa da despotik bir döneme girdik.. Tarih ise bu kadar ahmak ve berbat bir post-ötesi darbe girişimini 21. yy için not düşecektir.

-Türkiye'nin uluslararası arenadaki ilişkilerini gözönünde bulundurduğumuzda uluslararası sistem/güçlerin yaklaşımı nasıl olabilir?

Bu konuda açık olmak gerekirse biraz kafam karışık. Stratejik olarak devlet karşıtı biri olarak burada diğer NATO ve Avrupa devletlerinin ne yapacağını kestiremiyorum ama herkes Erdoğan hükümetinden bayağı sanırım yorulduğu için bunun bir darbe olup olmadığı üzerine kafaları karışık. Yani senaryo olduğundan tutun da komplo teorilerine kadar her şey şuan Batıdaki devletlerin kafasını meşgul ediyor. Az buçuk Ortadoğu’yu bilenler, bunun aslında Mısır ve Suriye’deki durumdan ayrı okunamayacğını, Kürdistan’daki savaşın bu darbeyi ortaya çıkardığını, yurttaşına, akademisyenine otoriter ve agresif olan bir yönetimselliğin, ya da tehdit eden bir ilganın bu darbeyi hazırlayan koşulları ayarladığını analiz edebilir.  Şu an Avrupa örneğin Türkiye’nin bir yönetim kriziyle karşı karşıya olduğunu ve ekonomik bir darboğaza girdiğini görmektedir. Bu darbe ise işi daha da çetrefilli hale getirdi dersek yanılmış olmayız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bülent Küçük: Kimi cemaatler boşluğu doldurmak istiyor

'Türkiye IŞİD diyor ama esas olarak PYD'yi YPG'yi istiyor'

Kürtçe Yayıncılığın Tarihçesi