Ezidilerin 73. Fermanı Şengal Soykırımı: Biz iki kere öldürüldük*
© AFP 2016/ SAFIN HAMED |
Merkezi Diyarbakır'da bulunan Zan Vakfı bünyesinde tarihçi Namık Kemal Dinç koordinatörlüğünde yaklaşık bir yıldır "Êzidiler'in 73. Fermanı Şengal Soykırımı" isminde bir proje yürütülüyor. Ezidilere yapılan soykırımı tanıklarıyla görüşmeler yaparak belgeliyorlar.
"3 Ağustos 2014 günü IŞİD Şengal’deki Êzidî köylerine saldırmaya başladığında, -ki saldırı gece 02.00 gibi başlar, peşmerge güçleri saat 06.00 gibi Şengal bölgesinden tümüyle çekilir. İşte Ezidîleri büyük hayal kırıklığına uğratan ve etkilendikleri önemli konulardan biri budur. Aynı dili konuştukları için kendilerini yakın hissettikleri, güven duydukları bir güç tarafından ortada bırakılmak 'başkalarına güven duygusu'na büyük bir darbe vurmuş" diyen Namık Kemal Dinç ile konu hakkında konuştuk.
“BİZ İKİ KERE ÖLDÜRÜLDÜK"
Bu çalışmaya ne zaman başladınız? Ne kadar sürdü? Ne tür zorluklarla karşılaştınız?
“Ezidîlerin 73. Fermanı, Şengal Soykırımı” isimli projeye Eylül 2015 tarihinde başladık. Fikri temelleri aslında IŞİD’in Şengal’e saldırdığı ve Ezidîlerin o büyük felaketi yaşadığı günlere kadar uzanıyor. O tarihlerde yüz yıl önceki başka bir büyük felaketi 1915’i araştırıyorduk. Ezidîlerin Şengal’de soykırıma maruz kaldığı süreçte Adnan Çelik’le birlikte “Yüz Yıllık Ah” kitabını yazıyorduk. Bu durum bizi duygusal olarak hayli etkilemişti.
Yaşananın bir soykırım olduğunu yüzyıl önceki başka bir örnekle karşılaştırarak anlayabiliyorduk, fakat sadece bir izleyici olmak kahredici bir duygusal yoğunluğa neden oluyordu. Tarihle uğraşan bir insan olarak; yüzyıl önceki bir olayın hafızasını derliyorduk ama güncelde gelişen bu soykırıma karşıda sorumluluğumuz vardı. Bir de Ermeni soykırımına dair yapılan derlemelerden haberdardık, 1915’i araştırırken onlardan çok yararlanmıştık. Ermeniler 1916’dan itibaren yaşadıklarını kayıt altına almış ve büyük bir arşiv oluşturmuşlardı. Bizzat soykırımı yaşayan insanlarla yapılan görüşmeler çok önemli bir tarihsel belge niteliğine sahip. Ezidîlerin yaşadığı soykırımı belgelemek fikri biraz da buradan doğdu. İnanç kimliğinden dolayı hep öteki muamelesi yapılan bu halka karşı bir anlamda vicdan borcu olarak gördük bu çalışmayı.
Merkezi Diyarbakır’da bulunan Zan Sosyal Siyasal İktisadi Araştırmalar Vakfıbünyesinde böyle bir proje hazırladık. Yeni kurulan Zan Vakfı için bu proje ilk olacaktı ve bu anlamda da özel bir önemi vardı. 2015’in bahar aylarında Vakıf bünyesinde tartışıldı ve kararlaştırıldı. Vakıf bu çalışmaya her türlü ekonomik desteği de verecekti. Bu temelde bir araştırma ekibi oluşturduk. Akabinde Açık Toplum Vakfı ve Heinrich Böll Stiftung Derneği’de projeyi desteklediler. Bir yılda tamamlanmasını öngördüğümüz projenin başlangıç tarihini Temmuz 2015 olarak belirledik. Ancak 7 Haziran seçimleri sonrası Türkiye siyasal ikliminin tümüyle değişmesi ve Kürt meselesinde çözüm arayışından savaş konseptine dönüş bizim de planlamalarımızı etkiledi. Çatışmanın tekrar başlaması çalışma yapmayı planladığımız Diyarbakır, Batman, Siirt ve Şırnak illerinde güvenlik sorunlarının ortaya çıkmasına neden oldu. Başlangıçta bu yeni çatışma sürecinin geçici olabileceği beklentileri nedeniyle projeyi başlatmama kararı aldık. Ama ilerleyen zaman içerisinde çatışma sürecinin öyle hemen sona ermeyeceği anlaşılınca projeyi daha fazla bekletmenin anlamlı olmayacağını düşündük ve Eylül 2015 tarihi itibarıyla başlattık.
Böyle başlayınca doğal olarak bütün çalışma süreci zorluklarla dolu geçti. Şehirlerin yerle bir edildiği bir dönemde ciddi güvenlik sorunları doğdu, aynı şehirde bulunan arkadaşlarımız toplantı yapmak için bir araya gelemedi. Diyarbakır, Batman ve Siirt’te saha çalışması yapabildik ama Şırnak’a gidemedik. Diyarbakır ve Batman’da nispeten daha uzun süre çalışma imkanı bulduk ama Siirt’te ancak birkaç günlük bir fırsat yakaladık ki, o da kamp çalışanlarının yardımı sayesinde oldu. Ama Şırnak’a güvenlik sorunları nedeniyle gitmedik. Artan yıkımlar, güvenlik sorunları kamplarda yaşayan Ezidîlerin günlük yaşamlarına ve ruh hallerine de yansıdı. Bir süre sonra görüşme taleplerimize insanlar olumlu cevap vermedi, konuşmak istemedi. Kendilerinin kamplardaki varlıklarının tehlike altında olduğunu düşündükleri için bir an önce Avrupa ülkelerine gitmek gibi bir eğilim daha da güçlendi.
“EZİDÎ OLMAYAN KİŞİLERE HEP BİR MESAFE İÇERİSİNDELER”
Bu ifade ettiklerim fiziki ve siyasi koşullara bağlı olarak gelişen durumlar. Bir de yaşadıkları travmanın ciddi etkileri var tabi. Ölüm, yokluk, açlık, göç, yalnızlık, çaresizlik ve dışlanma yaşadıkları travmanın farklı yüzleri. Aslında kendinden olmayan, yani Ezidî olmayan kişilere karşı hep bir mesafe içerisindeler. Bu mesafe aynı dili konuşan Müslüman Kürtlere karşı da var. Dolayısıyla Kürtçe görüşmeler yapan arkadaşlarımıza karşı da aynı yaklaşımlarını koruduklarını söylemek yanlış olmaz.
Ancak Ezidîlerin büyük çoğunluğunda “Yaşadıklarımızı Dünya’ya duyurun” diyen bir hassasiyet de vardı. Yani karmaşık bir ruh hali ve çoklu yaklaşımlardan bahsetmek mümkün. Ezidî kadınlara IŞİD tarafından yapılanlar; tecavüzün bir soykırım yöntemi olarak kullanılması, kadınların köle pazarlarında satılması Ezidîlerde çok ağır bir travmaya yol açmış. Bunları sadece birey olarak kişilere yapılmış bir saldırı olarak değerlendirmiyorlar. Ezidî toplumuna yapılmış bir saldırı olarak görüyorlar.
Bir görüşmecimiz bunu “iki kere öldürülmek” olarak değerlendirmişti. Ve bu saldırıların çok yakınlarında olan, yıllarca komşuluk yaptıkları, kirvelik ilişkisi kurdukları insanlar tarafından yapılması veya bunlara öncülük etmeleri çok büyük bir tepkiye neden olmuş. Elbette bunları anlatmakta hayli zorlandılar. Özellikle kadınlar bunları anlatırken sıklıkla hıçkırıklara boğuldular. Bir anlamda yaralarını ikinci kez kanattık. Bütün bunlar görüşmeleri zorlaştıran hususlar oldu.
Ama insanların konuşmakta zorlandıkları başka bir konu daha vardı. Özellikle bu konuya girmek istemiyor ve giren birçok kişi de isminin yayınlanmasını istemiyor, hatta ismini bize söylemiyordu. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, KDP ve Barzani’nin IŞİD saldırıları karşısındaki tutumu hakkında konuşmak birçok insanı tedirgin ediyordu. Zira orada hala akrabaları vardı, gidip gelmeye devam ediyorlardı. Hatta bazı kişiler hala maaş alıyorlardı. Söyleyeceklerinin oralarda duyulması başlarına iş açılmasına, sorunlar çıkmasına sebep olabilirdi. Kaldı ki bu yönlü örnekler olduğunu söylemekten geri de durmuyorlardı.
Kaç kişilik bir ekip olarak yürüttünüz saha çalışmasını ve nasıl bir yöntem izlediniz?
Saha çalışmasını beş kişilik bir ekip olarak yürüttük. Ben saha planlaması ve koordinasyonu yürütürken Berivan Alagöz, Serdar Öztürk ve İrfan Çelik arkadaşlar görüşmeleri yaptılar. Ayrıca fotoğraf sanatçısı Fatma Çelik arkadaşımız görüşmeleri ve Ezidîlerin yaşam alanlarını fotoğraflarıyla ölümsüzleştirdi. Ekibimiz Ezidîlerle daha önceden çalışmalar yapmış deneyimli arkadaşlardan oluştuğu için şanslıydık. Berivan arkadaşımız Türkiye’ye Ezidîlerin ilk geldiği günden itibaren başlayan çalışmalara katılmış, faaliyetleri yakinen biliyordu. Fatma Çelik halen Diyarbakır Fidanlık kampında çocuklarla sosyal çalışmalar yapıyordu. Serdar ve İrfan; hem sözlü tarih konusunda deneyimli hem de Ezidîleri tanıyan arkadaşlardı.
Ekibi kurduktan sonra saha üzerine çalıştık ve planlamalarımızı yaptık. İzleyeceğimiz yöntemi zaten en baştan belirlemiştik. Sözlü tarih yöntemiyle kişilerin anlatımlarını derleyecektik. Saldırı öncesinden başlayarak Ezidîlerin Şengal’deki yaşamlarına odaklanacak, akabinde IŞİD’in saldırısı sonrasında neler yaşadıklarına, bugün yaşadıkları kamplara kadarki süreçte başlarına neler geldiğine ve bugün ne yapmak istediklerine dair bir akış içerisinde sorular soracaktık. Nihayetinde yaptığımız görüşmelerde bu akışa olabildiğince riayet etmeye gayret ettik.
“İLK EZİDÎ GRUBUN SINIRDAN GEÇTİĞİ TARİH 9 AĞUSTOS 2014”
Ezidîlerle Diyarbakır, Batman ve Siirt’te görüşmeler yaptığınızı, Şırnak iline gidemediğinizi söylediniz. Türkiye’de Ezidîler nerelerde kalıyor, kaç tane kamp var, sayıları hakkında bilgi verebilir misiniz?
IŞİD’in Şengal’e saldırı tarihi 3 Ağustos 2014. İlk Ezidî grubunun sınırdan geçtiği tarih 9 Ağustos, yani 6 gün sonra. Sonrasında ise binlerce insan bazen sınır kapısından bazen de dağ yolundan yürüyerek gelmişler. Geldikleri ve sığındıkları iller Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Siirt, Batman, Urfa benzeri olmuş. Bir kısım Ezidî’nin Isparta, Kırşehir tarafına yerleşmesi söz konusu olmuş -ki halen orada yaşıyorlar- ama buraya nasıl ve neden yerleştikleri bilinmiyor. Dolayısıyla Kürt illerine gelen Ezidîler, buraların halkı ve belediyeler tarafından sahiplenilmişler. İsmini saydığımız dört ilde (Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak) belediyelerin öncülüğünde Ezidîlerin yaşaması için kamplar kurulmuş. Ayrıca Batman’da Ezidîlere ait ve şimdilerde önemli oranda boşalmış iki köye (Şimze ve Hemduda köyleri) yerleştirme gibi bir yaklaşım belirlenmiş. Buralara yerleştirilen Ezidîlerin ihtiyaçları halkın katkılarıyla belediyeler tarafından sağlanmış. Biz saha çalışmasına başladığımızda dört ildeki kamplar da faaldi. Ancak zaman içerisinde değişen koşullar nedeniyle Batman, Siirt ve Şırnak kampları kapatılarak hepsi Diyarbakır Fidanlık kampında toplandı.
Belediyelerin dışında Başbakanlığa bağlı AFAD’ın Ezidîler için kurduğu iki kamp vardı. İlk geldiklerinde Suriye’den gelen Sünni Araplarla aynı kamplara konulması söz konusu olmuştu ve bu durum sorunlara yol açmıştı. Sonradan Nusaybin ve Midyat’ta sadece Ezidîlerin kaldığı AFAD kampları kuruldu. Bugün itibarıyla Nusaybin kampı kapatılmış ve sadece Midyat kampı faal durumda. AFAD kamplarına giriş-çıkış pek mümkün olmadığı için biz görüşmelerimizi belediyelerin denetimindeki kamplarda yaptık. Ezidîlerin Türkiye’deki tam sayısını bilemiyoruz, çünkü Avrupa’ya gitmek için birçok Ezidî ülkenin batısındaki şehirlerde umuda yolculuk için sıra bekliyor. AFAD’ın Midyat’taki kampında kaç Ezidî’nin kaldığına dair bilgi sahibi değilim ama Diyarbakır Fidanlık kampında sayının 3 bin ile 4 bin arasında değiştiğini söyleyebilirim. Rakamlardaki değişimin sebebi bu kamptaki nüfus hareketinin çok fazla olmasıdır.
Çalışma kapsamında kimlerle görüşüldü? Kaç kişi ve kaç yerde?
Proje kapsamında yaklaşık yüz kişi ile görüşme yaptık. Yaptığımız görüşmelerin hepsinin ses kaydını tuttuk. Görüşmeleri Kürtçe yaptık ama özellikle erkeklerin konuşmalarına ziyadesiyle Arapça kelimeler kattığına tanık olduk. Bu elbette bazı zorluklara sebep oldu. Görüşmecileri belirlerken kamp çalışanlarından yardım aldık. Zira onlar kampta yaşayan insanları daha iyi tanıyorlardı. Ama onlara görüşmek istediğimiz kişilerin profili hakkında bilgi verip ona göre kişilerin bulunmasını istedik. Bunda da temelde iki kritere dikkat ettik. İlki görüşeceğimiz kişilerin yaş, cinsiyet, statü, sınıf gibi farklı kategorilerden insanlar olması, böylece dengeli bir dağılımın oluşmasını esas aldık. Nitekim bu kriterde önemli oranda hedeflerimize ulaştığımızı söyleyebilirim.
İkincisi ise Şengal coğrafyasına yayılan bütün Ezidî köylerinden insanlarla görüşmeler yapmaya gayret ettik. Zira köylerin soykırımı deneyimlemeleri arasında farklar vardı. Bunları daha iyi analiz etmek için şarttı. Ancak bu kriterimizi tam anlamıyla hayata geçiremedik. Zira Koço köyü örneğinde olduğu gibi çoğunluğu katledilen bir köyden geriye az kişi kalmıştı ve onlar da bizim çalışma yaptığımız araştırma sahasında yoktu. Koço örneğinden gidersek, belki Koço’yu bizzat Koço köyünden insanlardan dinlemedik ama diğer köylerden birçok insan Koço katliamını duydukları üzerinden anlattı.
“IŞİD EZİDÎ KÖYLERİNE SALDIRMAYA BAŞLADIĞINDA PEŞMERGE TÜMÜYLE ÇEKİLİR”
Çalışmaya konu olan kişilerin daha çok ön plana çıkardığı hususlar nelerdi?
Aslında IŞİD’in adım adım Şengal’e doğru geldiğini takip etmişler. 10 Haziran 2014’te Irak’ın ikinci büyük şehri Musul’u IŞİD ele geçiriyor. Musul Şengal’in doğusunda kalmakta. Musul ile Şengal arasında ise Türkmenlerin çoğunlukta oldukları Telafer kenti bulunmakta. IŞİD Telaferi 6 gün sonra 16 Haziran’da ele geçiriyor. Öyle ki, Telaferli Sünnilerin dışında kalan Şii ve Aleviler Şengal’e sığınıyor ve Şengalli Ezidîler onları bir süre kendi imkanlarıyla idame ederler. Aynı zamanda orada yaşanan vahşeti birinci ağızdan dinleme fırsatları olur.
Telafer’in ardından civardaki bütün Arap yerleşimleri IŞİD tarafından kontrol edilmeye başlanır. Bir anlamda Şengal’in ve Ezidîlerin etrafı çevrilmiş olur. Bir kısım Ezidî bu ilerleyişten korktukları için Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin hakim olduğu bölgeye gitmek ister ama peşmergeler onları geri çevirir: “Biz sizi korumak için buradayız, siz nasıl olur da kaçmayı düşünürsünüz” diyerek karşı çıkarlar.
Bu noktada Şengal’in statüsü ile ilgili bir iki şey söylersem belki daha iyi anlaşılır. Irak’ta Ezidîler ağırlıklı olarak bir birinden uzak iki ayrı coğrafyada yaşıyorlar. Şeyhan, Laleş merkezli bölge Kürt yönetiminin denetiminde kalırken Şengal’in statüsü tartışmalı. Saddam Hüseyin’in devrildiği 2003 sonrasında hazırlanan anayasanın 140. Maddesine göre Şengal’in merkezi Bağdat yönetimine mi Kürdistan Bölgesel Yönetimine mi bağlanacağı 2007 yılında yapılacak referandum sonucunda belirlenecekti. Ancak bu referandum bu tarihe kadar yapılabilmiş değil.
14 Ağustos 2007 tarihinde Şengal’de bulunan iki önemli Ezidî yerleşiminde 4 kamyonla bombalı saldırı düzenlenir. Yüzlerce Ezidî hayatını kaybeder. Bu saldırının ardından Kürdistan yönetimi Şengal’e Ezidîleri korumak için adım adım yerleşir. Ezidî köylerinde peşmergenin kontrol noktaları kurulur. Hatta Musul ve Telafer düştükten sonra köylerin etrafında mevziler kazılır, Ezidî erkekler de peşmerge ile birlikte nöbet tutmaya başlar.
Hal böyle olunca biraz önce söylediğim gibi peşmerge, Ezidîlere “gidin evinizde huzurla oturun” dediğinde bir güven oluşur ve insanlar yaşam alanlarını terk etmezler.
Fakat 3 Ağustos 2014 günü IŞİD Şengal’deki Ezidî köylerine saldırmaya başladığında, -ki saldırı gece 02.00 gibi başlar, peşmerge güçleri saat 06.00 gibi Şengal bölgesinden tümüyle çekilir. İşte Ezidîleri büyük hayal kırıklığına uğratan ve etkilendikleri önemli konulardan biri budur. Aynı dili konuştukları için kendilerini yakın hissettikleri, güven duydukları bir güç tarafından ortada bırakılmak “başkalarına güven duygusu”na büyük bir darbe vurmuş.
Bunu perçinleyen bir diğer şey ise Müslüman komşularının, kirvelerinin saldırı sırasında IŞİD’le birlikte hareket etmesi olmuş. Bazen aynı köyde yaşadığı bir Müslüman Kurmanç veya Arap’ın bazen de yakın köydeki dostluk kurduğu bir Müslüman’ın IŞİD’le birlikte hareket etmesi büyük hayal kırıklığına neden olmuş. Özellikle bu komşularının IŞİD’i teşvik ettiği, onlar hakkında bilgi verip yönlendirdiği, adeta bugünü bekledikleri tarzında bir durumdan bahsettiler ki, Ezidî kadınlara yönelik tecavüz ve kaçırmaların sorumlusunun da bu kişiler olduğunu anlattılar.
Bütün bu saldırı ve vahşetin temelinde inançlarına olan tahammülsüzlüğün yattığını ama öldürülseler de inançlarından vazgeçmeyeceklerini söylediler.
Bu arada, daha önce ismini pek duymadıkları PKK’ye bağlı gerillaların IŞİD saldırılarına karşı onları koruması ve Şengal Dağı’ndan güvenli bir şekilde tahliye edilmelerine yardım etmesi nedeniyle PKK’ye karşı yoğun bir sempati geliştiği anlatılarda dile gelen konulardan biri oldu.
Bu karmaşık ruh hali içerisinde bugün Ezidîler ne yapmak istiyor?
Bizim görüştüğümüz Ezidîlerin büyük kısmı bu topraklarda kalmak istemediklerini söylediler. Çok az bir kısım insan Şengal özgür olursa dönerim dedi. Türkiye Kürdistan’ında neden kalmak istemediklerini sorduğumuzda bazen şöylesi yanıtlar da aldık: “Bizim atalarımız buradan kaçarak Şengal’e gelmişlerdi. Burada da bize hayat şansı tanınmaz”…
Aslında Ezidîlerin söylemek istediği Müslüman bir coğrafyada güven içerisinde yaşamamız mümkün değil. O sebeple balıklara yem olmak pahasına Avrupa’ya gitme umudundan vaz geçmiyorlar. Bir de tabi çatışmalı sürecin etkilerinden bahsetmek gerekir bu tavırlarında. Savaşın daha büyümesi durumunda kendilerinin hedef alınacağını düşünüyorlar. İlk gözden çıkarılacak, öldürülecek kişilerin kendileri olduğunu düşünüyorlar.
Ezidîler Avrupa’ya göç etmek istiyor dediniz ama Türkiye’nin Avrupa Birliği ile imzaladığı mültecileri geri iade antlaşması var. Bu antlaşmanın Ezidilerin göç hareketinde engelleyici bir etkisi olmadı mı?
Hayır, bu yönlü haber ve gelişmelerin Ezidîlerin çeşitli yollarla göç arayışlarını engellediğinden bahsedemeyiz. Hatta son birkaç aydır daha yoğun bir hareketlilikten bahsetmek mümkün. Yeni hareketliliğin kaynağında ise Güney Kürdistan’dan gelen Ezidîler var. Genellikle kaçak yollarla Şemdinli üzerinden sınırı geçen bu insanlar, orada şebekelerle kurdukları bağlantı üzerinden Diyarbakır’a uğrayıp ardından Türkiye’nin batı illerine geçiyor ve oradan da Avrupa’ya geçmeye çalışıyorlar. Güney Kürdistan’daki bu hareketlilik ise, hükümetin orada kamplarda bulunan Ezidîleri, Şengal’de kurtarılmış olan bazı köylere yerleştirmek istemesi olduğu söyleniyor.
Ezidîlerin Avrupa umudu bitmiş değil zira kendilerinin Müslüman olmamaları, inançlarından dolayı sürekli saldırıya maruz kalmaları ve son olarak IŞİD’in soykırımı onların umutlarını diri tutuyor. Görüştüğümüz kişiler içerisinde birkaç kere sınırı zorlayan, denizde boğulmaktan son anda kurtulan insanlar vardı ama tekrar deneyeceklerini söylemekten geri durmuyorlardı.
Yüz görüşme yaptığınızı söylediniz. Elinizdeki bu malzemeyle ne yapacaksınız? Proje kapsamında başka ne tür faaliyetleriniz olacak?
Yapılan görüşmeleri arşivleyeceğiz. Ama aynı zamanda bu görüşmelerin bir kısmını hazırladığımız kitapta yayınlayarak kamuoyuna sunacağız. Bir iki ay içerisinde hazırladığımız kitabın basımını öngörüyoruz.
Ayrıca fotoğraf sanatçısı Fatma Çelik arkadaşımızın hazırladığı fotoğraf sergisinin ilki 18-28 Haziran tarihleri arasında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sergi salonunda sergilenecek. Aynı sergiyi daha sonra İstanbul’a taşıyacağız.
Bir de soykırımın yıldönümünde İstanbul’da uluslararası bir konferans hazırlığımız var.
__________________________________________________
(Fotoğraflar Türkiye’deki kamplarda kalan Ezidîler’e ait. Proje ekibinde yer alan fotoğraf sanatçısı Fatma Çelik tarafından çekildiler)
*16.06.2016 tarihinde Sputniknews için yaptığım bu röportaj Şengal soykırımının yıldönümü olması dolayısıyla güncelliğini koruyor.
Röportajın Kürtçesine buradan erişmek mümkün.
Yorumlar
Yorum Gönder