Neşe Özgen: Epeydir Türkiye’de İslami kurallara uygun bir günlük hayat düzenlemesi içindeyiz
Prof. Neşe Ozgen |
15 Temmuz Darbe Girişimi ve sonrasında yaşananlar Türkiye'nin yeniden bir dizayn sürecine girdiğini gösteriyor. Devlet AKP eliyle yeniden 'inşa ediliyor'. AKP süreci nasıl yönetiyor? Bu süreçte muhalefet partilerinin rolü ne olacak? Sürece nasıl yaklaşıyorlar? Kürtler ve Kürt Hareketi sürecin neresinde? Uluslalarası aktörler bu yeni dizaynını nasıl okuyor? gibi temel soruları Profesor Neşe Ozgen, Yardımcı Doçent Bülent Küçük ve Yardımcı Doçent Engin Sustam ile konuştuk. Üç ayrı bölüm halinde yayınlanacak olan röportajların ilkinde Profesor Neşe Ozgen'in yanıtları var. Ayrıca röportajlar yine üç ayrı bölüm halinde Sputniknews Kürtçe servisinde yayınlandı.
-15 Temmuz Darbe
Girişimi ve sonrasında yaşananlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin yapısal anlamda
değişiklikler yaşadığı yorumlarına yol açıyor. AKP hükümeti, siyaseti ve bir
açıdan da günlük yaşamı dizayn ediyor. AKP hükümeti nasıl bir dizayn
öngörüyor?
Siz sorunuzu sorarken ‘AKP
hükümeti günlük hayatı düzenliyor’ dediniz. Aslında epeydir Türkiye’de İslami
kurallara uygun bir günlük hayat düzenlemesi içindeyiz. ‘80 Askeri darbesi ve
ardından 1990’lardaki neo-liberal dayatmalar; böylesi bir yoksullaşma ve sermayenin
yeniden biçimlenmesine karşı koyan kitlesel tepkiyi askeri ve dinsel uyarılarla
yeniden düzenlediler. Ancak tabanın tepkileri 1990’ların sonunda yeterince
bastırılamayınca, geçmişte en elverişli siyasi İslam’ı savunan cemaatlerin
içinden devlet ve ordu eliyle yeni bir cemaat yaratıldı: Gülen cemaati.
Gülen cemaatine devletin tüm eğitim, yargı ve askeri kurulların ve
olanakların teslim edildiği yıllar 2000-2010 arası, Fetullah Gülen cemaatinden
izin alınmadan AKP’ye üye olunamıyor, iyi bir okul, iyi bir iş, hatta giderek
sadece basit temel eğitim ve iş için dahi Cemaate yaklaşmayanlar asla
hayatlarını bir daha doğrultamıyorlardı. Şimdi AKP’nin kurucusu, çatısı, para
kasası ve siyasi ve diplomatik temeli olanların % 99’u, Fetullah Gülen
cemaatinin geçmişte önemli kilit taşlarıdır. Cemaatin başlattığı selefiislam ve
buna göre günlük hayatın düzenlenmesi işini, şimdi Recep Tayyip Erdoğan ve onun
başkanlığında küçük bir ekip tamamlama çabası içinde. Fetullah Gülen cemaati;
hırsızlık, rüşvet, soygun, devlet kurumlarına çökme, kurumları içerden çürütme,
kendi çıkarları için devleti alabildiğine kullanma ve İslam olduğu iddia
ettikleri bazı hamasetlerle halkı yönetme konusunda yıllardır devletin tüm
kurumlarından yararlanma, erkler ayrılığı ilkesinin içini boşaltma, yargıda
İslami kurallara da uygunluk aranması, yasaları aşındırma, yargıya mafyatik
müdahaleler, hızlı yoksullaşmaya alternatif olarak “şefaat” programlarını
yaratmak ve servetin akışında cemaat-AKP işbirliğini tekel olarak denetime
koymak vb. ama asıl olarak basiret, vicdan, sağduyu, insan sevgisi gibi Anadolu
halklarının yıllardır miras olarak benimsediği değerleri çökertme konusunda AKP
ve Erdoğan’a önemli bir miras bıraktılar. Bu zemini hazırlayanlar
onlardır. AKP’nin bunun üzerine eklediği ırkçı bir Türklük sosu ve
milliyetçi bir hamasettir.
15 Temmuz’daki darbeyi,
hükümettekilerin önceden bildikleri ve buna rağmen, bilerek engel
olmadıklarına; aksine bu cellatların üzerine kitleyi sürerek yüzlerce insanın
canına mal olduklarına dair giderek güçlenen şüpheler var. Darbe girişimi
süreci ve sonrasında yaşanmış olanlar ciddi bir malinformasyon ve hamasi bir
milliyetçilikle servis ediliyor, soruşturmaların yasalara uygun yürütülmediğine
dair de ciddi bulgular vb. var. Toplu olarak işten çıkartmalar, 100’lerce
çalışanı olan kurumları (işyeri, okul, fabrika, üniversite vb.) kapatma ve
buralardakileri yargılamaksızın hatta bir suç isnadı dahi olmaksızın suçlu ilan
etmeler, öte yandan sürekli değişen bilgiler ve bilgi kirliliği vb. AKP
hükümeti ve Erdoğan hem bu yüzleşme ve hukuken hesap verme sorgularından
dikkatle kaçınıyor ve hem de siyaseten bütün muhalifleri susturmak, bazı
mülkiyet el koymaları ve değişimleri vb. kanun dışı işlemleri çabuklaştırmak
(kamu mallarının ihaleleri ve şirketlere el koyma gibi) gibi meselelerde,
Meclis’in kararlarından kaçmak için KHK’leri kullanıyor. Bu meseleleri haber
konusu yapanlar dahi şiddetle cezalandırılıyor, dışarıya karşı milli birlik
görüntüsü verebilmek için kitlelere çağrılar sürekli İslami sembollerle yapılıyor,
camiler siyasetin elinde oyuncak ediliyor, İslami görülmeyen kişiler, sözler,
davranışlar ya devlet eliyle ya da sokaktaki paramiliterler eliyle
cezalandırılıyor ve korku görüntüleri sürekli kamuya servis ediliyor.
Kurumların içleri ve itibarları büyük bir hızla boşaltılıyor: Üniversitede örn.
Bir üniversite yöneticisi aynı gün içinde iki kere aynı mevzunun, iki farklı
rektör adına, birbirine zıt karar olarak imzalatıldığını anlattı. Bir önceki
kararı onaya açan rektör görevden jet hızıyla alınınca, yerine gelen aynı
mevzudaki zıt kararı, kendi adıyla onaylatmaya kalkıyor. Onay da milyar dolar
tutan bir ihale onayı. Ancak bir öncekinin onay kararı asla sorgulanmamış. Ya
da barış imzacısı akademisyenleri bir gün önce darbecilik suçlamasıyla görevden
atan iki rektör, birkaç gün içinde kendileri darbe suçlamasından görevden ve
gözaltına alındılar. Ancak o rektörlerin imzaladıkları kararlar hala
yürürlükte.
AKP ve Erdoğan’ın, şimdiye dek
yapılmış ne kadar katliam varsa tamamını Fetullah cemaatine yıkarak ve
kandırıldıklarını söyleyerek geçiştirme çabaları son derece önemlidir: Yasa
karşısında hesap verme sorumluluklarından, İslami bir gelenek olan tövbe aracılığıyla
kurtulmaya çalışıyorlar ve ne yazık ki Fetullah cemaatinin onlarca yıldır
tedrisinde yetişmiş bir kitle olan Türkiye çoğunluğu, bu tövbeyi
hukuktan daha ciddiye alacaktır.
Öte yandan, Türkiye’de
yıllardır, on yıllardır ilk kez sokağın iktidar tarafından onaylandığını
görüyoruz. Binlerce masum insan (elbette arada bunları yöneten birçok
paramiliterler, özel yetiştirilmiş sivil polis, emniyet özel harekat vb. olsa
da) ilk kez sokağa çıktı ve bu çıkışlarının devlet tarafından onaylandığını sandı. Türkiye
on yıllardır sağ ve aşırı sağ partilerin egemen olduğu bir ülkedir. Şimdiye dek
devletin sokak hareketini onaylandığı vaki değildi. Darbe engellenmesi
hamasetinin ilk günlerdeki yüksek tonuyla, tüm basın
organlarında sokağın övgüsü çok yükseltildi ve orta sınıfta ilk kez insan
yerine, vatandaş yerine konmuş olmanın ve bir siyasi kararda aktör
sayılabilmenin coşkusu yükseldi. Ancak aradan zaman geçip, meselenin çapraşık
siyasi boyutları, AKP’nin Fetullah cemaatiyle ortaklıkları ortaya çıkınca, AKP
de bu sokak onayından rahatsız olarak; bunu önce millet, sonra devlet sonra
da AKP politik mitinglerine dönüştürmeye gayret ederek
sönümlendirdi. Bu aşamada artık Türkiye halklarından gelen bir sokak hareketi
devlet onaylı olmadıkça, bastırılacaktır.
Öte yandan sokak, bir tür “hayat
algısı kıstası”nı yürütmek için de onay mevkii haline dönüştü: Böylece giyim,
cinsiyet, davranış, dil, din ve hatta sınıfsal olarak uygun olanların sokakta
“de facto” cezalandırılması devlet onayına uygun hallerde caiz olmaya başladı.
Önümüzdeki günlerde linç girişimleri, ev basma, mülk boşaltma vb. ve cinsel,
dinsel saldırıların artacağından endişeliyim.
- -CHP ve MHP'nin bu dizayn sürecinde pozisyonu nasıl
olur? Nerede duruyor bu her iki parti?
CHP ve MHP son yirmi yıldır
“devletin sürekliliği” jargonunun, giderek artan elverişli yardımcı
aktörleridir. Bu süreçte kendi tabanlarından da daha geriye düşmüş bir parti
yönetim kadrosundan ibaret kaldılar. Zira yirmi yıldır partilerin yönetim
kadroları üyelerin değil delegelerin seçimleri üzerinden biçimlenir. MHP
sistemin ideoloğu ise CHP devletçilik misyonunu 30’lu yıllara taşıyan en
muhafazakar parti haline geldi. Ne CHP ne de MHP, parti yönetimi bağlı
bulundukları küçük müteahhitler grubunun çıkarları dışına çıkamazlar.
AKP zaten muhafazakar değil;
aksine taassup sahibi bir grubun neo liberal dünya pazarlarına en iyi
eklenebilen neoconlarından oluşuyor. Hatta parti de değil zaten. Birbirine
geçici çıkarlar üzerinden, geçici sözleşmelerle bağlı bir çıkar grubu.
-Kürtler, Kürt hareketi neresinde duruyor bu sürecin?
Kürtler ve Kürt hareketi nasıl yaklaşıyor bu sürece? Sürecin sonunda neyle
karşılaşabilir?
Kürt Özgürlük hareketi de HDP de,
uzunca bir süredir bölgenin gerçek ideolojik kazananı. Gerek modern ve laik
uygulamalarında gerek Aydınlanma ekseninde ilerletici teorilerinde ve bunların
kamuya anlatılmasında çok iyi yol kat ettiler. Türk Devleti’nin Kürt ağırlıklı
sınır yerleşimlerini Rojava’dan izole etmeye, denetlemeye ve sınırı kapatmaya,
hatta demografik redesign’ına, bölgeyi insansızlaştırmaya yönelik ve
şimdiye kadar görülmemiş bir gaddarlıkla sürdürdüğü savaş dönemini çok fazla
kayıpla, ancak yine de kamu nezdinde yenilgi almaksızın tamamlamayı başardılar.
Şimdi bu dönemdeki ablukaların ve
hak ihlallerinin sorumlusu olarak bazı üst rütbeli subaylar komutanlar vb.
gösterilse de, devlet refleksiyle AKP’nin Kürtleri şiddetle sindirme
politikasını izlemekten vazgeçeceğini düşünmüyorum. Aksine ordunun ve askerin
özel birlikleri ve kimi yerlerde de polisin ve paramiliterlerin ortaklıklarıyla
gerçekleştirilen bu hak ihlallerini, (AKP ve Erdoğan’ın) ırkçı bir iktidar
tekelinin meşruiyeti olarak, mutlaka ellerinde tutacaklarını düşünüyorum.
Geçmişte Fetullah Cemaatinin
elinde tuttuğu devletin öz sahibi ve tek iktidar olma tekelini eline geçirmiş
olan Erdoğan ve AKP, devletçiliği Kürt hareketi ve Kürtlere saldırarak
pekiştirecektir. Zira meydanlarda kan istemekte, ve bunu bütün sapkınlara
devlet düşmanlarına yönelik olacağına dair ciddi emareler vermekte, çoğunluk
diktasını, seçilmiş diktayı yaratma gayreti içindedir.
Öte yandan Kürt hareketi, Rojava
ve Bakur politikalarından daha güçlenerek çıkmanın yolunu buluyor. Ayrıca
giderek politik ve askeri olarak güçlenen ve meşrulaşan bir halk hareketiyle
karşı karşıyayız.
Benim asıl çekincem; bu
ırkçı-islamcı saldırının ilk yöneleceklerinin: en önce AKP’nin içinde olsun
olmasın farklı İslami düşüncelerden olanlar, özellikle bunların kadın grupları
(ki pek çoğu feminist ve Kürt kadınlardır ve veya bunlarla birlikte kadın
politikaları geliştirmektedir) ve Aleviler, Ateistler, Müslüman olmayanlar
(bunların özellikle çok zengin ve çok yoksul olan iki uç grubu), farklı dinlerden olanlar, LGBTI’ler,
sosyalistler olması. Yani şu anda devlet düşmanı ilan edilmiş olanlar.
Öjenizmin İslami versiyonunu görmekten ürküyorum. AKP’nin özellikle bu türden
sapkın saldırıların önlenmesinde etkin rol oynamasını hala umuyorum.
-Türkiye'nin
uluslararası arenadaki ilişkilerini gözönünde bulundurduğumuzda uluslararası
sistem/güçlerin yaklaşımı nasıl olabilir?
Biliyorsunuz: Bir ülkenin
siyaseten insan haklarına aykırı davranmakta olması, o ülkenin yatırım notuna
asla tesir etmez. Uluslararası alanda yatırımcıların ve devletlerarası
ilişkilerin temel belirleyeni o ülkenin iktidarının anti demokratik olması
değil, aksine o andaki siyasi blokun kazancına engel olup olmadığıdır. İnsan
hakları ve evrensel hukuk normları, Uluslararası ilişkiler ve yatırım açısından
o ülkeden daha çok kazanç sağlayabilmek için, kullanışlı bir alet kutusudur.
Elbette Uluslararası alanda demokratik kamuyu bunlardan muaf tutuyorum.
Ancak AKP’nin politikaları sonucu
ülke her zamankinden daha kırılgan ve dış politika tarafından daha çok kontrol
edilir bir döneme girdi. Kişisel hırsın çoklu cephelerde ülke dış politikasını
zora soktuğu bir dönemdeyiz. Halep ve Menbiç savaşları şu anda ülkenin ve
AKP’nin de geleceğini belirler hale geldi.
Darbe ve terör vb. meselelerinde
hamasi ve dezenformatif pek çok süreç süregiderken; AKP ve Erdoğan ısrarla
İŞİD’le savaşacağını ve bu konuda müttefiklerden yana bir tavır alacağını dile
getirmemeye özen gösteriyor. İŞİD’ karşı açık ve net bir tavır
gösteremeyen, şu ya da bu şekilde El Kaide vb. örgütleri beslediği veya şüpheli
desteklere savaşa karıştığına dair durumunu netleştirmeyen bir hükümetin de
partinin de, hatta Erdoğan’ın da iktidarının sürekli olacağını düşünmüyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder